Kurucumuz Metalürji Yüksek Mühendisi İsmail Demirkaya’nın firma kültürü, anlayışı ve sektörel bakış açısına yönelik yorumlarının olduğu LinkedIn yazılarına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
Havacılık sektöründe kullanılan süperalaşımlarda çok düşük oranlarda bulunan ve "trace element" diye adlandırılan elementlerin kontrolü stratejik öneme sahiptir. Bazı trace elementleri zarara neden olmazken, bazıları mekanik özellikler üzerinde ciddi düşüşlere sebep olur
Örneğin kurşun, gümüş, bizmut ve selenyum yüksek sıcaklıklarda parça ömrünü çok sert bir biçimde düşüren yaşamsal öneme sahip çok tehlikeli trace elementleridir.
Yine kükürt, uçak motorunun en can alıcı parçalarından biri olan tek kristal türbin kanatlarında istenmez.
Tek kristal dökümle, tek kristal master alaşımı da birbirine karıştırmamak gerekir. Tek kristal döküm vakum altında kontrollü olarak yönlendirilmiş katılaşma tekniğine dayanır . Tek kristal master alaşımı işte bu tek kristal ürünün döküm hammaddesidir. Master alaşımın bu döküme uygun yapıda olması gerekir. Varzene metal bu alaşımı ülkemizde üreten ilk sanayi firmasıdır.
İkinci jenerasyon tek kristal süperalaşımlarda kükürt değeri 2 ppm civarlarında iken, üçüncü jenerasyondan sonra bu 1 ppm altına inmiş 0,5 ppm gibi değerler hedeflenmiştir. 1 Ppm yani toplam madde biriminin milyonda bir birimlik kısmına karşılık geliyor. Doğada bu derece yoğun bulunan bir elementi bir üründe bu seviyelere indirmek ciddi bir mühendislik bilgisi ve teknoloji yorum etkinliği gerektiriyor.
Özellikle kükürtü vakum altında buharlaştırıp alamıyorsunuz. kapalı sitemde bir cüruf tabakası oluşturmakta tek çözüm değil. Ayrıca gazları da kontrol etmeniz gerekiyor.
Açık dökümlerde özellikle kalsiyum gibi elementlerle kükürtü cürufa alabiliyorsunuz Ancak bu yöntemle bile istenilen ppm değerlerine inmek imkansız. Süperlaşımlarda kükürt girdisi ham malzemede genelde krom ve nikelle birlikte geliyor . Zon rafinasyon işlemi, ESR sistemini kullanmak , EBCHM prosesleri bunlardan bazıları , yine bazı hidrometalurjik prosesler kükürt gidermede kullanılıyor. İşte Varzene Metal kimseden destek almadan kendi teknoloji etkinliği ile geliştirdiği vim öncesi proseslerle ve VIM prosesindeki bazı özel seçimlerle kükürtü 0,5 ppm seviyesine indirmeyi başardı.
Varzene Metali 2007 de tek başıma kurdum ve tek ortağı olarak aynı şekilde devam ediyorum. Sektördeki yaptıklarına yakinen şahit olan geniş bir kesim var. Sadece ülkemizde değil , kendi alanında dünyada da tanınırlığı çok yüksek bir firma.
Paramızla alamadığımız , fahiş fiyatlarla ve uzun terminlerle satılan tüm süperlaşımları üretmeyi başardık. Çok yoğun know how gerektiren malzemeler bunlar.
Bunları yazma nedenim gençlerimizi cesaretlendirmek ve başarıya sahip çıkılması için tarihe not düşmektir. 50-100 yıl sonra Türk sanayi gelişiminin hikayesinde "tek gücü bilgi olan" mühendislik firmalarının hikayesi birinci elden tarihe not düşülmeli.
Torpilin işlemediği, paranın tek karar verici olmadığı firmalarda var. Liyakatin olduğu ve bilginin kazandığı bir sanayi modeli için bilimi yüceltmeli ve gençleri cesaretlendirmeliyiz. Çünkü gelecek çok parlak.
1999 yılında akışkan yatakta kalıp çeliği ısıl işlemi yapan bir firmada fabrika müdürü olmuştum. Akışkan yatak sistemi azotla birlikte alüminyum oksit tozlarının bir akışkan gibi hareket etmesiyle kalıbın her noktasında homojen ısı sağlayan pahalı bir sistemdi.
Bir gün kapıya bir Mercedes yanaştı. İçinde 70 li yaşlarda kır saçlı gayet şık giyimli bir kişi çıktı bana tesis müdürü ile görüşmek istediğini söyledi. Ben olduğumu söyledim. Çok genç bulduğundan önce inanmadı. sonra ikna oldu ve bana "gel evladım" diyerek aracının bagajını açtı . Battaniyeye sarılı kalıbı çıkardı. Nakış gibi işlenmiş ve parlatılmış bir plastik enjeksiyon kalıbı idi. Bana “bu kalıp için haftalardır çalışıyoruz bizzat ben getirdim. Nitrasyon yapılacak. Sana emanet ediyorum. Lütfen gözün gibi bak" dedi” . Kendisine güven verecek şekilde “ merak etmeyin bizzat ben ilgileneceğim rahat olun lütfen “ dedim. Gidince söz verdiğim gibi tesisteki en kıdemli en iyi usta ile kalıbı sepete yerleştirdik, kapağı kapadık , ve sistemi çalıştırdık sonra tesisten ayrıldım. Ertesi gün firmaya geldiğimde kalıbın yüzeyinin ciddi darbe aldığını her yerinde çizikler olduğunu gördüm. Ben gittikten sonra sanayide işini yetiştirmek isteyen bir kalıpçı gelmiş , yardımcıma açıktan para vermiş ,prosesi durdurmuş ve kendi ufak parçalarını da sepete yerleştirmişti. Akışkan yatak etkisiyle parçalar kalıp yüzeyinde büyük hasar oluşturmuştu. Şok olmuştum. Kendime geldikten sonra kalıp sahibini aradım telefonda durumu kendimce izah etmeye çalışırken ,bana sadece “ İsmail Bey özür dilerim kapatmak zorundayım kendimi iyi hissetmiyorum“ demişti. Ne bir sitem ne bir şikayet sadece bunu söylemişti. Bu cevabı beni çok üzmüştü.
Sonradan şu çıkarımları yapmıştım. Birincisi insan varsa hata olabiliyor. İş hayatında insan faktörü faktörü es geçilemez. İkincisi iş ahlakı yoksa liyakat anlamsız. Liyakatli kişi iş ahlakı da olan kişi demek. Üçüncüsü iş ahlakı olmayan kişi yetenekli de olsa firmaya zarar verir. Dördüncüsü iş hayatımda mücadele edeceğim şey sadece prosesler, istenmeyen mikroyapılar değil aynı zamanda insanın ta kendisi olacak.
Aslında biraz da trajikomik değil mi? İnsan kendi yapacağı hatalara karşı milyarca dolarlık bir sektör oluşturup önlemler alıyor. Yeni sistemler geliştiriyor , üretim teknolojilerini değiştiriyor.
Peki ya biz liyakatli insanı nasıl tanıyacağız ?. Kişiyi iş ahlakına aykırı bir şey yapana kadar bilemeyiz ki!. Kişiyi ahlaksız yapan yaptığı eylem olur. O ana kadar onu tanıyamazsın. Bu gayet insani bir durum. İnsanoğlunun baş edemeyeceği tek şey art niyet ve sinsiliktir. Kötülüğün felsefesi ve manifestosudur sinsilik. Baş edemezsiniz!.
Mühendisin ,teknikerin, ustanın iş etkinliğinin yanında iş hayati ile kurduğu ilişki ve hayata bakış biçimi firmanızın kalitesini güvenirliğini ve geleceğini belirleyen en önemli öğeler oluyor. Hangi teknolojiyi geliştirirseniz geliştirin her şey insan ahlakına ve iş yapma biçimine dayanıyor.
Kendimizi ifade edebildiğimiz tek mecra burası. Arkamızda kendi çalışkanlığımız ve mühendislik bilgimiz dışında hiç bir gücümüz yok. Hiç bir platforma, PR firmasına ekibine sahip değiliz. Sadece buradan kendimizi ifade edebiliyoruz.
Peki neden bu mecrada yazmaya başladım?. Bunun iki nedeni var. Birincisi genç insanlara cesaret vermek ve doğru hikayelerle insanımızı buluşturmak. İkincisi de başkalarının başarılarını kendi başarıları gibi sunan kişilere karşı kendi başarımıza sahip çıkmak.
Bir insan başkasının başarısını neden kendi başarısı gibi sunar? Sanırım kişi ya başarıya açtır ya da bilmediğimiz başka bir nedeni vardır.
Sıfır sermaye ile servis merkezi mantığıyla başlayıp, kazandığımız her kuruşu metal sektörünün en zor en meşakkatli ne bilgi yoğun alanında kullanarak ülkemizde üretilmeyen metal ve alaşımları üreten bir firmayız. İşte anlatabilme gücü biraz da buradan geliyor.
Kişinin söz söyleme gücü hikayesinin kendi kişiselliğinden çıkıp toplumsal bir katkı sağlama amacına dönüşmesiyle başlar. okul yaptırıp ismini vermek te bir söz söyleme biçimidir.
Yaşamda en zor olan şey kişinin kendi haklılığını anlatmaya çalışmasıdır. Kişi kendi haklılığını anlatma başladığı anda bocalar. Kendini anlatma çabası da hoş karşılanmaz. Haklılığa gölge düşürür. Öte yandan dünyanın teknolojik dönüşümden geçtiği bu dönemde yetenekli insanlara, cesur sanayicilere ihtiyacımız yok mu?. Tüm sanayi kültürünün , tüm üretim kabiliyetleri ve tüm üretim paradigması değiştiği bu dönemi es geçemeyiz. Üretenin konuşması ve deneyimlerini aktarması gereken bir dönem bu.
Dikkat edin bu kadar genç nüfusun ve büyük potansiyelin olduğu bir ülkede konformist çalışma modelleri ustaca önümüze konuluyor. Firmalar bunu bir nimet gibi insanımızın önüne koyuyor. Sanayideki her şeyin baştan sona değiştiği bir dönemde lale devrinde ki gibi davranamayız. Şu an dünya tarihinin sanayi devriminden sonra en çok fırsat sunduğu dönemden geçiyoruz. Devasa dönüşümün olduğu bu büyük devinim sürecinde çağımızı yakalamak için daha çok çalışmalıyız. Yoksa dedelerimizin burası dutluktu 5 liraya satıyorlardı almadım dediğimiz türde kaçan üretim ve iş fırsat hikayeleri anlatacak torunlarımız.
Firmaların genç insanlara ihtiyacı var. Gençleri , işin statükosunu koruyan aksamamasını sağlayan ve sadece o işe has işleyişi bilen kişilere dönüştürmenin karşılılığı konformizm olamaz Bu işe çok kafa yorulmalı. Kişiyi sanayideki büyük devinimle tanışması onunla yüzleşmesi ve tam liyakat sahibi meslekli bir bireye dönüşmesidir esas olan. İyi firma; kişiyi kendi mesleğiyle yüzleştiren onu zorlayan ve yaşamın içindeki dinamiklerle birlikte bütüncül bir bakış açısı edinmesini sağlatan firmadır. Bunun için gece gündüz sabah akşam çalışmak gerekmiyor. Sadece nitelikli çalışmak gerekiyor.
Birleşik metalin, yapılamayanı yapması tesadüf değildir. Bilgimizin sermayeyi yenmesinde , liyakatli ekibimizin bu büyük sanayi dönüşümü ile yüzleşmesi sebep olmuştur.
İlkeli rekabet, firmaları sağlıklı tutan ve gelişimini sağlayan bir olgudur. Peki nedir ilkeli rekabet? İlkeli rekabet bulunduğunuz alanda yarattığınız inovasyon, geliştirdiğiniz firma kültürü, üründe ve hizmette sağlayacağınız yüksek kalite gibi konularla rakiplerinize karşı avantaj kazanmaya çalışmak demektir. Bir nevi "akılcı adımlar" diyebiliriz buna.
Bulunduğum özel çelikler sektörü, Perşembe Pazarı denilen ülkemizde önemli tarihi olan bir yere dayanır. Çok köklü bir tarihi vardır. Liman ve ticaretin merkezidir. Edindiği finansal birikimi, hakkıyla milli sanayinin oluşumuna aktarmış mıdır? Bu araştırmacıların konusu. Tüccar kültür mü baskın gelmiştir, yoksa üretim kültürü mü bunu iyice incelemek gerekir. Sonuçta bir dönem borsanın ve finans merkezinin olduğu bir yerden bahsediyoruz.
Mesela ben hiç hayatımda perşembe pazarında çalışmadım, o kültürü de bilmem. Ancak işimi kurduğumda sektörümdeki rakiplerim perşembe pazarı kökenliydi. İTÜ’yü bitirmiş girişimci bir mühendis olarak okul dedikleri o kültürden geçmemem ve sektör dinamiklerini, normlarını bilmemem aykırılık yarattı. Kökleri mesleki /akademik bilgiye dayanan bir modeli algılamakta çok zorlandılar.
Sonuçta her yeni müşteride, bir tüccar firmanın ayağına basmış oluyordum. İsmi konulmayan bir paylaşımla yabancı kökenli veya yabancı isim markasıyla ticaret yapan tüccar firmalar sektörü gayet güzel pay etmişti. Sanayimizdeki rekabetsizlikle de bu dönemde tanıştım. Dedikodudan öteye gidemeyen, parasal güçle korku yaymaktan beslenen, güç gösterilerin yapıldığı , ekonomi krizleri fırsat olarak gören, deyim yerindeyse avam bir rekabet biçimi vardı. Bu biçim gündelik yaşamda kendine has bir jargon ve dil oluşturmuştu.
Müşteri tarafında da çok zorlandığımı söyleyebilirim. Psikolojik üstünlük yabancı firma ismi algısını üzerinde yürüyordu. Mesela ben firmamım ismini Birleşik koydum diye çok zorlandım. Bana sen asıl hangi firmasın, Birleşik ne diye soruyorlardı. Meşhur Alman, Avusturya, İsveç firmalarının yerleşik isimlerini duymak istiyorlardı. İlla yabancı bir isim olmalıydı. Dönemin rekabet kültürü ve karşılaştığım zorlukları, saldırıları bir kitapta dürüstçe anlatacağım. Deneyimlerin dürüstçe ve samimi aktarıldığı biyografi yok maalesef. Hep kahramanlık öyküleri.
Oto sanayide kurulan bir firma olarak sektörel dergideki ilk reklamımızı “Yaşasın Rekabet “ sloganı ile yapmıştık. Bu aslında bir meydan okumadan daha çok sektöre bir mesaj amacıyla kullanılmış ironik bir slogandı. Çünkü fahiş karların getirildiği konformizm ve yeni girişimcilere yol açmayan duvarların alt üst olması için rekabete ihtiyaç vardı.
İlkeli rekabet, sektörün oksijeni ve gün ışığıdır. Sonuçta rekabet kazandı. Sayısız girişimci firma ortaya çıktı, kendi sektörümde yabancı kökenli firmaların esamesi okunmuyor artık. İlk süperalaşımları, ilk HSS özel çelikleri üretmek bize nasip oldu. Birleşik Metal in ürünleri bugün 52 ülkede kullanılıyor. Bunu rekabetin her biçimiyle mücadele ederek başardı.
Metal üretim aşamasında mühendisin yaptığı yorum çok önemlidir. Günümüz teknolojisi malzeme alanında da birçok yenilikler getiriyor. Malzeme tasarımından döküm /dövme simülasyonlarına kadar birçok yeni teknoloji var. Mühendis kendi yorum yeteneğini köreltme hatasına düşmemeli bence. Hazır veya hap bilgi yerine bilgiden bilginin üretilebileceği bir yorum yeteneği geliştirmeli.
Hangi malzeme simülasyon programı içinde "öngörünün" de bulunduğu yorum yapabiliyor. Düşün dünyasında , sanatta olduğu gibi, malzeme mühendisliğinde de ezber bozacak alanlar hep var. Ezber bozmanın algoritmasını yapmazsanız. Zaten bunu yaptığınız anda bunun ismi başka bir şey olur. Kişinin yaratım sürecinde mutlaka özelleşmiş bir özgün alan vardır.
Dünyanın birçok ülkesindeki özel çelik tesislerini ziyaret etme şansı buldum. Ziyaretlerimde en çok dikkatimi çeken şey ülkeden ülkeye tesislerdeki üretim teknolojilerinin uygulanış biçimindeki mühendislik çözümleri olmuştur. Aynı sonuç için ülkeden ülkeye teknoloji kullanım biçimlerinin farklılaştığını bizzat gözlemledim. Bu farklılığın temeli mühendisin yorum yapma yeteneği idi. Demek ki sanayi kültürü, coğrafya ve toplum yapısı mühendislik yorumuna yön verebiliyor.
Mühendisin yorumu sadece bilimsel formasyona bağlı verilerle değil, firma gerçekliği, personel yetkinliği ve tesisi kapasitesi / yeteneklerini içine alan bütünlüklü bir düşünce biçimine ihtiyaç duyar. İyi bir mühendis yapacağı yorumla tesis yeteneğini sadece küçük düzenleme ve revizyonlarla tanımlanan yeteneğinin üstüne çıkarabilen kişidir.
Dövme presini ilk kurduğumuz zamanlarda 6000 tonluk prese ihtiyaç duyulan bir upsetting dövme prosesini, bazı revizyonlar yaparak 2500 tonluk presle -bölgesel olarak kademe kademe döverek- başarmıştık. Yine 600 çapında 50-60 mm et kalınlığında 2,5 metre boyunda demir bazlı bir süper alaşımı hollow bar olarak üretmiştik. Oysa dövme simülasyon programları bize presin yetersiz kaldığını söylemişti.
Günümüz mühendisi yaratılmak istenen ekonominin peşine düşerek kendi yorum yeteneğinden uzaklaşıyor. Oysa bu teknolojiyi üreten de mühendisin yorum yeteneği değil miydi? Bu noktada çok dikkatli olmak gerekiyor. Metal endüstrisi yeni pazarlar oluşturmayı çok iyi biliyor. Bunları sunmayı çok iyi beceriyor.
Mühendisliğinizin temelini, size sunulan paket programları merkeze koyarak ve şartsız kabul ederek oluşturamazsınız. Tabi ki yeri geldiğinde bu programlardan da yararlanmalıyız. Ancak işin köklerine yani "temel bilimleri" esas almalıyız. Çarpım tablosu bilmeden hesap makinası kullanan veya navigasyon olmadan adres bulamayan kişilere dönüşemeyiz.
Yeni olana ilgili olma kadar, yeninin arkasında yaratılan ekonomi ve yeninin bize katacağı yorum yeteneğini sorgulamamız gerekmiyor mu? Her şey gerçekten de ihtiyacımız olan "yeni" midir? Yeniyi takip ederek kendi yenimizi kendi mühendisliğimizi yaratmamız gerekmiyor mu? Eskiden her şey bilmekle başlardı artık bilmek yetmiyor. Asıl mesele bilmeyi bilmek, bilgiyi çoğaltmak belki de..
2008 yılındaki büyük krizde kendi sektörümdeki uluslararası metal firmalarının çoğu büyük güç kaybetti. Dünyaca ünlü dev metal firmaları çok büyük zararlara uğradı. Bunun aksine çok ilginç bir şekilde Avrupa’daki aile firmaları ise bu krizden güçlenerek çıktığını gördüm.
Oysa krizden zarar gören firmaların yöneticileri parlak CV’lere sahipti. Dünyanın en iyi üniversitelini bitirmiş, en iyi eğitimlerini almış, 2-3 dil bilen kişilerdi. Peki bu kadar güçlü kadroların yönettiği firmalar çökerken aile firmaları nasıl ayakta kaldı?
Bu bize kağıt üstündeki CV’lerin anlamız olduğu, asıl CV’nin sahada oluştuğu gerçeğini söylüyor. sadece gelişmeye ve büyümeye yönelik verilen bir eğitim anlayışının kriz anlarında hiçbir şeye yaramadığı. Kötü günler içinde reel gerçeklik içinde gerektiğinde küçülmeye yönelikte bir eğitim olması gerektiğini söylüyor.
Kişi yeteneğini sahada kazanıyor. Benim öğrenci olduğum dönemlerde CV nasıl yazılır, mülakatta nasıl davranmak gerekir diye saçmalıklar anlatırdı. Buna yönelik eğitim verip para kazananlar bile oldu. Kişiyi kendi öz davranış biçiminden çıkarıp bir kalıba sokmaya çalışan mülakat yöntemleri anlatıldı. Mizansenle işe girmeye çalışmak anlatıldı. Bu tam bir fiyaskodur..
Genç insanların işsizliği üzerinden rant oluşturmak ne ayıp! Oysa meslekli insan kendine güvenen insandır. Meslekli insan varsa firmalar var. Mühendis varsa firmalar var. Güç firma sahiplerinde değil tam tersine o firmaya iş başvuruş yapan kişilerdedir. İnsan varsa firma var.
Dışarıda işsizlik varsa teknoloji üretmeniz çok zor. Teknoloji düzeyini iş bulanların niteliği değil tam tersine iş bulamayanların kayıp potansiyel niteliği belirliyor.
İşsizlik sorunu yeni mezunu çok ezdi. İşsizliğin getirdiği sorunlar aslında içinde cevher olan insanın potansiyelini çok düşürüyor. Asıl gizli kayıp budur. Firmalar yetenekli insana ihtiyaç duyar. Günümüz dünyasında firmalar , iş vermeyi istihdam yaratmayı çok iyi pazarlıyor. Bunu bir lütufmuş gibi sunuyor. Kocaman bir yalan bu!. Firmaların gücü insandır.
Şişirilmiş CV'lerin sahada karşılığı yok. Eğer iyi iseniz, iyi bir mühendissiniz hiç merak etmeyin sektörü sizi bir şekilde tanıyor ve buluyor. Nerede olursanız olun sektörü iyi mühendisi bilir. Bol cafcaflı CV’lere ihtiyacı yok kişinin. Mezun olduğunuz üniversitede anlamsız oluyor bir noktadan sonra. Er meydanına çıkmak lazım. Sektörün ve sahanın adaleti vardır her zaman
2008 krizinde gördük o süslü CV’leri. Hepsi çöp oldu. Dünyanın en iyi üniversitelinde okuyan, dahi denilen kişilerin çıkardığı bir kriz tüm reel sektöre yayıldı. Yaşama ve varolma dürtüsüyle kötü günü de hesaplayan aile şirketleri ise başardı. Ancak bu nedense anlatılmıyor. Çünkü ekonomisi yok.
Başarılı olmak için aile firması olmanıza gerek yok, sahayı ve hayatı bilen doğru kişilerle çalışmanız yeter. Value added diyoruz ya, değer dediğimiz şey sadece üretimde değil her alanda olmalı. Doğru bir kişi tüm firmanın kaderini değiştirebilir. Çünkü herşey insanla başlar.
İş yapma kabiliyeti olmayan kişilerin en büyük güvencesi; iş arkadaşlarını, kendinden öncekileri, tedarikçileri, paydaşlarını suçlamaktır. Sürekli bir negatiflik sürekli bir olumsuzluk havasının prim yaptırdığı kişilerdir bunlar. Tek varoluşları başkasını suçlamaktır. Firmadaki gücü bu alanlarda devşirirler. Kısacası olumsuzluğun veya olumsuz görünmenin de bir sektörü ve kadrosu vardır hep. Her zaman şunu söylüyorum sektörde fazla etkileşim çok da matah bir şey değil.
Firmamın ilk yıllarında aynı veya benzer iş alanında gördüğüm firma sahiplerinin birçoğu yükünü tutmuş iyi konumdaki firmalardı. Bugün geriye dönüp baktığımda bu görüşmelerin çoğunun çöp olduğunu görüyorum. Belki refleksle belki de ustaca bir kurgu ile sürekli şunu söylediler, “para kazanamıyorum, piyasa çok kötü, çok büyük ekonomik kriz geliyor” . Oysa Türk ekonomisinde 2000 li yılların başı çok iyi idi .Yaymak istedikleri korkunun en büyük nedenlerinden biri de yeni girişimciler, yeni rakipler görmek istememeleriydi.
Hiç unutmam zaman zaman malzeme aldığım, sektörde büyük bir güce sahip dev bir çelik servis merkezi sahibi bana “İsmail Bey seninle çok iş yapacağız, iş birliğimizi arttıralım. Sen bir tane teminat senedi yaz, kasaya koyalım. Ölüm var kalım var, merak etme senet bir şey değil sadece kasada öylece duracak bir evrak, hayatta işleme almayız Allah korusun” demişti. Ben de “o zaman siz de bir senet verin bize öylesine” diye cevap vermiştim .Bu tür görüşmeler benim için milat oldu. Samimi destekleyici bir tecrübe edinilmeyeceğini anlamış olmuştum.
Sektörel kişilerle etkileşimi sınırlı tuttuğum için hep kazançlı çıkmışımdır. Kısaca metal sektörü uzun vadeli güçlü bir sektördür . Ekonomik bozukluklar olsa da piyasada sıkıntılara olsa da her zaman geleceği vardır. Burada önemli olan çağdaş bir düşünce ve yapı içinde akılcı adımlar atabilmektir. Kısa yoldan zengin olmak yerine; çağdaş inovatif alanlarda atılacak akılcı adımlar ve bilimselliğe dayanan verilerle yola çıkacak girişimciler için gelecek çok parlak. Düşünün, özel metallerde ,süperalaşımalarda bilye üretimi, yay üretimi gibi konularda hala bir firma yok. Alüminyum berilyum alaşımları üretilmiyor, amorf metal üretimi yok, mekanik alaşımlandırma yapan firma yok. Bunun gibi sayısız konu eksik. Yoğun bilgi gerektiren her yerde boşluk var. Biz gücümüzün yettiği kadar iş yapabiliyoruz sadece. Havacılık sektörünü merkezimize koymamız da bu yüzden.
Kısaca korkuya karamsarlığa gerek yok. Gelecek parlak. Dünya çok büyük bir teknoloji dönüşümden geçiyor. Böyle bir dönemde firma kurup para kazanmak mesele değil, asıl mesele firmanı çağdaş akılcı bir şekilde büyütebilme yetisi ve bilgiyi işleyebilme birikimidir. Firmanızı geleceğe hazırlamakta ve her zaman dönüşebilir bir yapıda tutmak mesele. Bilgiyi çoğaltma yetisi yoksa, kopyacıysanız, firmanızı büyütmeniz imkânsız olur. Olduğun yerde saymamanın tek yolu bilgi sahibi olmak, kendi işinize odaklı olmak ve sürekli şikayet edeni kendinizden uzaklaştırmaktır .
Metal sektöründe müşteri kavramını çok iyi tanımlamak gerekir. Müşterinin beğeni düzeyi, zevkleri gibi konulara esas alınacaksa hizmet sektörü için daha net bir müşteri tanımı yapabiliyoruz. Memnuniyette ve beğenide sübjektif bakış açısı belirleyici olabilir.
Ancak metal sektöründe nesnellik önemlidir. Kullanılan çeliğin uygun koşullarda ortaya koyduğu performansa belirleyicidir. Genellikle çatışmanın yaşandığı alanlar bir hasarın oluşması durumunda ortaya çıkar. Çözümde de tek belirleyici faktör yapılan hasar analizinin ortaya koyduğu datalar olur.
Buradaki sorun şu. Ülkemizde doğru hasar analizi yapabilecek çok az sayıda kurum ve kişi var. Sektörde gördüğüm en büyük yanılgı, ortaya çıkan hasarların hepsini metalürjik bir nedene dayandırılmaya çalışılmasıdır. Buna mesleki deformasyon diyorum. Eğer bir hasar oluşmuşsa tabi ki bu hasarın tanımında bir metalürjik olgu bulunur. Bunu bulmak hasarın nedenini bulmak değildir. O hasarı başlatan asıl neden nedir bunu sorgulamak gerekir. Hasar sonrası oluşmuş yapıya bakarak orda gördüğünüz metalik olmayan inklüzyon veya kalıntı östenit varlığı mı o hasarı oluşturmuştur?. Yoksa daha büyük bir neden mi vardır. Örneğin yanlış kalıp tasarımı, yanlış ön ısıtma, kullanım esnasındaki yanlış baskı güç ısı, yanlış malzeme seçimi gibi.
Özellikle bazı bilirkişilere giden raporlara eğer raporu hazırlayan kişi bir malzemeci ise bir dedektif gibi malzeme yapısı içinde süreksizlik bulmaya çalışır. "Ha buldum kalıntı östenit var!, ha buldum metalik olmayan inklüzyon var!" derler ve saçma bir raporla işin içinde sıyrılırlar. Isıl işlem sonrası hiç kalıntı östenitin olmadığı , veya toz metalurjisi dışında segregasyonun olmadığı yüksek alaşımlı bir çelik bulamazsınız ki ? Hem çok az bir kalıntı östenitin de faydası olduğu yerler vardır. Abrasif aşınma gerektiren bazı uygulamalarda o istenmeyen karbür yapısı daha iyi iş görür. . Bunları sorgulamadan tam bir analiz yapılmadan yazılan sayısız çöp rapor görmüşümdür. Belki de problem onun aradığı yerde değil çok daha büyük majör bir noktadadır. Belki de kalıpta bırakılan keskin köşe, büyük ve ani kesit değişimleri gibi nedenlerdir.
Metal sektörünün çok sevmemin nedeni bilimsel süreçlerle gelişen, kişisel yorumların çok az nüfuz edebildiği bir sektör olmasıdır. Müşteri kavramı daha farklıdır. Metal sektöründe müşteri ile üretici/satıcı aynı teknik algı düzeyine sahip oldukları anda ortak masada buluşarak çözüme ulaşabilir. Müşteri ile satıcıyı/üreticiyi birleştiren yegâne şey aynı sonuca ulaşma isteğidir. Özellikle ayrışmanın olduğu hasar oluşumu sonraki durumda yapılacak analizlerde cesurca bilimsel düzlemde kalmak gerekir.
Sadece "liyakatli kişi" demek yetmiyor "liyakatli iş" kavramını da oluşturmak zorundayız. Bu noktada tıpta gördüğümüz "önce teşhis sonra tedavi " gerçeğini özel metaller konusunda neden uygulayamıyoruz ?. Bu kakofoniden çıkıp "liyakatli iş" için tüm kavramları baştan tanımlamak zorunda değil miyiz sizce?..
Mühendislik malzemede en üst değerlerde olanı veya en pahalısını önermek değildir. O iş için en doğrusunu önermektir. İsterleri sağlayan ve en ekonomik çözüm olanı doğrudur. Mühendis ile bilim insanını ayıran temel olgu işin ekonomisidir. Bilim insanı sistematik bilgi edinmeye çalışan kişidir. Elde ettiği verilerden yola çıkarak yeni sonuçları öngörür, bunun doğrulamasını yapar, test eder ve yeni verilere ulaşır. Özgür çalışır. Özgür düşüncenin merkezidir bilim. Oysa mühendis özgür değildir. Kendini sınırlayan alanlar vardır. Bunların başında işin ekonomisi gelir. Mühendis bulunduğu her alanda, her departmanda en iyiye en ekonomik çözümle ulaşmaya çalışır. Bilim insanın en büyük hazinesi düşüncedeki özgürlüğüdür. Mühendisin en büyük gücü ise bilim insanını ortaya koyduğu verileri hayatın tüm gerçekçiliği ile birleştirerek ortaya koyma, optimize etme gücüdür.
Süperalaşımlar bilim insanlarının bu düşünce özgürlüğünden yola çıkan eşsiz malzeme tasarımlarıdır. Bu tasarımı yaşamın için aktaran ve üreten kişiler ise mühendislerdir.
Süperalaşımları üretirken karşımıza çıkan en büyük zorluk mevcut sanayi kültürü idi. Örneğin; trace element kontrolü için malzeme rafinasyonunda tek uygulama bulamadık. Ellingham diyagramlarından yararlandık. Süre sıcaklık ve basınç girdileri ile trace element kontrolü yapmaya çalışıyoruz, ergitme süresini optimize etmeye çalışıyoruz, böyle ergitme olmaz bu çok yavaş hızlanmalısınız deniliyor. Ocak değerleri yanlış deniliyor. Hadde de en uygun devir oranlarını yakalıyoruz böyle hadde olmaz deniliyor. Motor değerleri yanlış deniliyor. Sanayici birim zamanda daha çok ürün almaya alışmış. Her şey hızlı olacak, hızlı ergiteceğiz hızlı haddeleyeceğiz, tek seferde döveceğiz. Bu düşünce kabul görmüş. Bazı metalleri master alloy olarak sisteme katmaya çalışıyoruz, bu böyle katılmaz deniliyor, bu böyle dövülmez deniliyor, bu böyle işlenmez deniliyor. Hiçbirini dinlemeyip bilimsel verilerden yola çıktığımız anda doğru sonuçları yakaladık. Ocak indüksiyon değerlerini değiştirdik, hadde şanzıman sistemini ve motor yapısını değiştirdik, dövme ısıtma bekleme homojenizasyon sürelerini belirledik, istenmeyen faz yapılarını kontrol altına aldık. Mikroyapılara göre örneklemeler yaparak proses datalarını hep değiştirdik Rafinasyonda reaktif metallerin katılma sürelerine kadar yüzlerce veriyi optimize ettik. Onlarca trace element kontrolünü gerçekleştirdik. Zamana ve vakum değerine bağlı trace element değişim diyagramlarından yaralandık.
Süperalaşımlarda amaç analizi yakalamak değildir. Süperalaşım bir trace element yönetme ve ideal mikroyapı oluşturma metalurjisidir. Uçak motorunun içindeki alaşımlardan bahsediyoruz. Tabi ki üretim yetenekleri ekipman kontrol yeteneklerinden yaralandık. Nitelikli ustalarla, tecrübeli teknikerlerle sistemlerimizi dönüştürdük, optimize ettik. Ama hep yönümüzü bilime döndük.
Varzene Metal ülkemizde ilk entegre süperlaşımları üretirken tek gücü sadece bilgi ve emek oldu. Başka bir şey değil.
Büyümekte olan Türk sanayicisinin iki büyük maliyeti vardır. Biri finansman maliyeti, diğer ise gereksiz istihdam maliyetidir. Örneğin en kurumsalından en küçük firmasına kadar yöneticiler veya firma sahipleri firma içinde “sadece güvenilir olduğu” için tuttuğu kişiler vardır. Bu aslında sosyolojik bir gerçeklik. Son derece gereksiz ve saçma bir maliyet. Mesela gelişmiş ülke sanayicileri “tek özelliği güvenilir olması” nedeniyle kadro oluştururlar mı?.
En büyük kurumsal firmasından en küçüğüne liyakatsiz kişilerle iş hayatımda çok karşılaşmışımdır. Onun için ülkemizde birisi biz kurumsal firmayız derse buna içten içe gülerim. Kurumsal ile sistemsel olmayı karıştırmamak gerekir. Sistem sahibi olan çok güçlü firmalar var. Sistem sahibi ve kişileştirilmeyen ilişkilerin olduğu, tam liyakat ve adalet sisteminin geçerli olduğu firmaya kurumsal diyorum firma diyorum. Üst yöneticinin kendinden yetenekli diye altındaki kişiyi samimice desteklediği firma kurumsaldır. Kurumsalcılık oyunu oynamak başka kurumsal olmak başka.
Mesela kurumsal firma devlet kurumları dışında kendisine verilen ödüllere karşı mesafeli kalır. Çünkü sanayi kültüründe “başarma kavramı” hiçbir zaman ulaşılamayan bir kavramdır. Ben oldum bitti diyemezsiniz. Kaldı ki ödül vermekte bir sektöre döndü. Parayı verdiğiniz anda , belirli ajanslarla çalıştığınız anda ,en şık ödül sahibi oluyorsunuz.
Aynı metrolara binip aynı caddeden yürüyüp aynı lokantada yemek yiyip aksam aynı haberleri izlediğimiz bir coğrafyada işyerinden içeri girdiğiniz andan kartvizitinizdeki ünvan sizi farklı biri gibi davranamaya nasıl itebilir ki?. Sahici olmak gerekiyor İşi merkeze koyup iş yapmak gerekiyor. İş hayatının en büyük sırrı belki de bulunduğu coğrafyanın insanını, normlarını, sokağını, davranış biçimlerini bilmekten geçiyor. Ülkemizdeki yabancı firmalar sadece burayı bilen insan istihdam ettiği anda başarılı olabiliyor.
Liyakat firmaların yaşam biçimi olmalı. Mücadele eden kişiye şans vermek gerek. Hayatın içinden gelen , emeğin değerini bilen, ailesine yük olmadan kendi parasını kazanan mühendisin bize katacağı çok şey olduğuna inanırım. Benim geliştirebileceğim bir mühendise neden ihtiyaç duyayım, asıl mesele bizi geliştirebilecek bir mühendis bulmaktır . Firmanın görevi bu kişiye gerekli zamanı tanımak , kurumsal hafızayı ve bilgiyi aktarmaktır. Mühendisi statükoyu devam ettiren veya kontrol eden bireylere olarak değil tam tersine sürekli geliştiren sürekli dönüştüren kişiler olarak görmeli firmalar.
Doğru insanlar çalışmak doğru kadroyu kurmak sadece bir beceri olamaz. Şansın da etkisi var. İş hayatında şans en önemli şey belki de. Hiçbirimiz insan sarrafı değiliz. Böyle bir çaba da olmamalı zaten. İnsan sarrafı cümlesi bile ayıp geliyor bana. Meslekli insan karşısındakinin beyanını esas alır. Onu sorgulama çabası ve ihtiyacı duymaz. Dünyada sadece liyakatli doğru kadro ile yönetilen firmalar firmalar kendisini geleceğe taşıyabiliyor. Ne mutlu liyakat sahibi doğru kadroyu kuranlara..
2003 yılı idi sanırım. Anadolu'da bir kalıpçıyı ziyaret etmiştim. Bir pazarlama markası ismi ile 6-7 eur civarında aldığı 1.2379'u 2,4—2,5 eur civarında verebileceğimi kendisine önermiştim. Bana bu fiyat farkının reel olmadığını, benim verdiğim malzemenin aynı olamayacağını kendinin bilmem ne ülke malı kullandığını söyleyerek teklifimizi kabul etmemişti. O dönemde Avrupa’dan üreticideki en pahalı 1.2379 1,6- 1,7 eur civarlarında idi.
Kalıpçı yaptığı kalıptan kg da 1-2 eur kazanırken bunun tüccarlığını yapan firma sırf rekabetsizlikten ve oluşturduğu kalite algısıyla aynı çelikten 4-5 eur kazanıyordu.
Rakip firmalardan bize gelen en büyük eleştiri piyasayı mahvetmem üzerine idi. Ancak o dönemde şöyle düşünüyordum, bu kalıpçı bir gün Avrupa’ya gidecek veya bir mühendis istihdam edecek bu kişiler çeliğin gerçek fiyatını gördüğü zaman benim doğrululuğumu görecekler , yıllarca fahiş fiyatlar ödeyeceklerini anlayacaklar işte o zaman doğru firmanın Birleşik Metal olduğunu anlayacaklar. Dürüstlüğün bir bedeli her zaman vardır ancak her zaman kazandırır. Gelecek için dürüst olmak sadece ahlaki değil akılcı bir ticari gereklilik. Bugün ise Türk üretici Avrupa'da ki rakibi ile aynı fiyatı ödüyor çeliğe. Bizim açtığımız yolda yüzlerce firma kuruldu. Sektörde gerçek bir rekabet başladı.
İlkeli rekabette ayağa basma gibi bir kavram olamaz. İyi olan kazanır. Doğrusunu yapmak zorundasınız. Yeter ki ilkeli ve etik olun. Hikayeniz düzgün olsun.
Bazen düşünüyorum eskiler işte bizim zamanımızda söz senetti vb cümleleri kullanırlar. Bu konuya kafa yorduğumda bazı çıkarımlarda bulunuyorum. Evet yüzyıllarda oluşan ticaret geleneği ve toplumsal normların daha yerleşik daha düzgün olmasının sözün senet olmasına katkısı vardır. Ama bence konuşulmayan dile getirilemeyen başka bir şey daha vardı. O da herkesin çok iyi para kazanması. Bir kişi iyi para kazandığı ve yüksek rantın olduğu bir ekosistemden sözünü çiğneyerek neden dışarı çıksın ki? O rantı neden riske atsın. Tabi ki söz senet olacak.
Youtube da yaşı 90 ı geçmiş multi milyoner tüccar bir iş adamı hayatında 1 e 1 kazanmadığı hiçbir iş yapmadığını övünerek anlatıyordu. Yani siz 1 milyonluk mal getiriyorsunuz satıyorsunuz paranız 2 milyon oluyor. Dünya da hangi reel sektör 1 e 1 kazanıyor? Tefeciler bile daha az kazanıyor. Demek ki eskiden zenginleşme modelinde ciddi bir kopukluk varmış. Demek ki parası olanın değil bilgisi olanın kazandığı bir dönem geçilmesi gerekiyormuş. Demek ki piyasayı mahvetmemiz gerekiyormuş. Bana göre Sanayici üretim ülküsü uğruna gerektiğinde birikimini riske eden kişi demektir.
Birleşik Metal özel çelik sektöründe ülkemizde bilginin daha fazla değer yaptığını ve bilginin finansal gücün rekabette yenebileceğini gösteren ilk firmadır. Türk kalıp sanayine özel çelik sanayine inanılmaz katkımız olmuştur. Ancak bu da yetmiyor artık bize. Üretimde de yeni şeyler söylemek zorundayız. Bilimin esas alındığı, ülküsü olan, akılcı, çağdaş , ilerici yeni şeyler…
Son 25 yıldır en az gelişen sektör hangisidir diye sorsalar hiç düşünmeden özel metallerin ısıl işlemi derim. Kaldı ki ısıl işlem tesisi yatırımın geri dönüşü açısından ticari açıdan en avantajlı sektördür.
Özel metal ısıl işleminde teknik dil gün geçtikçe kaybolmuştur. bunun en büyük nedeni takım çelikleri kullanımdaki olan inanılmaz artış ve yetersiz ısıl işlem kapasitesidir. Bu sektörü kolay para kazanabilir bir alana çevirdi. Sağlıklı rekabetin olmadığı ve pazar bulmanın çok kolay olduğu bir yerde teknik bir dil ihtiyacı da ortadan kaybolmaya başlıyor. Özel çeliklerin ısıl işlemi ise malzeme doğası gereği bu tür bir fabrikasyonu kabul etmiyor. Sürekli butik ve teknik olmaz zorundasınız
Sürekli daha çok tonaj daha çok adedin doğru kabul esası üzerine gelişen bir sanayi kültüründe en kısa zamanda en çok ürünü üretmek esas oldu . Özel üretim butik üretim bir nevi hamaliye gibi görüldü. Yer yer dünyanın en büyük tonaj olarak 7 büyük çelik üreticisi olarak övündüğümüz bir yerde ilk yüksek hız çeliklerini ilk süperalaşımları üretmek bizim işimiz mi olmalıydı? Bilgi yoğun sektörler sadece parayla çözülebilen bir alan değil. Bilgi , emek ve liyakat gerektiriyor. Sadece özel metal üretmek yetmiyor özel metallerin doğru ısıl işlemlerini de yapmak zorundasınız.
Son 25 yılda dökümden , dövmeye, ,işlemeden ekstrüzyona kadar metal üretim sektörü teknik olarak gelişim gösterirken , ısıl işlem hep konforlu alanda çalıştı. Bu konfor önce butik üretim mantığında sonra da teknik dilde aşınmayı berberinde getirdi. Katma değeri düşük tonajlı çelik üretimi, katma değeri düşük tonajlı ısıl işlem mantığını doğurdu.
Bugün havacılık olsun savunma olsun medikal olsun gerçek anlamda hakkıyla akademik teknik vizyoner ve inovatif ısıl işlem firmalarına ihtiyacımız var. İstihdam ettiği mühendise saygı duyan, akademisyenlerin ve araştırmacıların sürecin parçası olduğu , parça performans takibi yapabilen ısıl işlem firmalarına ihtiyacımız var.
Oysa Isıl işlem sadece sertlikle yönetilen bir alana dönüştü!. Sertlik dediğimiz şey metalin batmaya karşı gösterdiği direncin bir sayıya dönüşmesi ise sadece buna bakarak doğru ısıl işlem yapıldığını varsayamayız.. Mesela sanayici size kalıbı verip 48 HRC istiyor . Siz bu 48 HRC onlarca değişik ısıl işlem yolu ile ulaşabilirsiniz . İşte bu kalıbın üretimdeki performansı 48 HRC ye giderken uygulandığınız reçeteye göre inanılmaz değişir .Isıl işlem dediğimiz şey mikroyapı yönetimi , mikroyapı eldesidir. Malzeme davranışını öngörmek, kalıbın bulunacağı koşulları göz önüne alarak en doğru noktaya çıkaracak reçeteyi uygulamaktır
Her şeyden önce ısıl işlemdeki terminolojiyi kaybedemeyiz. Tekniğe dönüş yapmalıyız. ısıl işlem de gerçek bir rekabete, daha çok ısıl işlem firmasına ve güçlü teknik dile ihtiyaç var. Ülkemizde bu teknik dili arayan, ihtiyaç duyan ve desteklemeye hazır sayısız nitelikli firma var. Birikim Malzeme Teknolojileri Aş yi bu iddia ile kurduk. Umarım bu yolda başarılı oluruz.
Dünyadaki en büyük takım çeliği üreticilerini gezmişimdir. Üretim teknolojisini bildiğimden en çok ilgimi çeken alanlar olan Ar-Ge departmanları, laboratuvarlar ve son ürün hazırlama alanları olmuştur. Bu gezilerimde ülkemizde emaresi okunmayan sayısız çeşitlikte çelik cinsi görmüşümdür.
Takım çeliği konusu uçsuz bucaksız yüksek mühendislik bilgisi isteyen özgün bir konudur. Saha /esnaf tipi firmalar genelde mühendis kökenli firmaların ticarileştirdiği ürün pazarında faaliyet gösterirler. Bir nevi mühendisler bu sektörün alan açıcılarıdır. Binlerce çeşit takım çeliği var. Bu kadar çeşitlilik bir ihtiyaç mı peki? . Buna şöyle cevap verebiliyorum. Evet bir ihtiyaç. Üstelik elzem bir ihtiyaç. Örneğin magnezyum basınçlı döküm yapan bir firma sıvı magnezyumun korozif aşınma etkisinden dolayı 1.2888 gibi çok özel bir çeliğe ihtiyaç duyar. . Yine de bizim 1.2888 den daha özeline daha iyisine ihtiyacımız var. Yani hiçbir zaman tam bir eşleşmeden bahsedemiyoruz. üretim parametresi üretim koşulları, uygulanan teknoloji , kullanılan ekipman , üretilmek istenilen ürün adedine bağlı olarak kısaca onlarca değişken bağlı olarak çelik özelleşebiliyor ve tam doğru çeliği önermek gerekiyor.
Metali bilmek zorundasınız. Termodinamikten , plastik şekil vermeye kadar tüm bilimsel sürecini kapsayan bir bilgi havuzu içinden tüm davranışını bilebileceğiniz bir çelik ve bu yarı mamul çeliğin kalıba dönüşene kadar tüm parametrelerine doğru yönetebileceğiniz bir üretim süreci ile yüzleşmek zorundasınız. Doğru malzeme önermek yetmiyor, sonrasını da bilmek zorundasınız
Çok ünlü bir CEO ‘nun anılarını okurken ürettikleri ilk araç lastiklerinin nasıl yolda kaldığını ne kadar düşük performans gösterdiğini satır aralarından görmüştüm. Aslında lastik performans gelişim sürecinde başarı olarak anlattığı şey başarısızlıktı. Buradaki asıl mesele şu idi. Bu lastiğin kullanan şoför acaba daha kendi kafasında bu lastiğe ne ömür biçmişti?. Müşterinin oluşturduğu kabul sınırı ne idi?. 1 ay 3 ay. Belki de 3 ay kullandığı bir lastik onun için en üst kalite olarak kabul görüyordu. Yanlış oluşmuş bir kabul ve kalite standarttı aslında temel problemlerin başında geliyor. Peki bizim kabulümüz ne? Takım çeliği kullanıcısının kabul sınırı nereden başlıyor?. Bu aynı zamanda etik bir konu da değil mi? Yıllarca sektöre dayatılan kabul sınırları ne oldu peki?
Bilimsellikle iç içe olan mühendis tekniker ustabaşı kabul sınırlarını birlikte sorgulamalı. Tamamen düşük kabul sınırları ve yanlış malzeme seçimleri neleri kaybettirdi ülkemize?. Belki de sanayimizin temel sorunlarından biri olan butik olmayı becermemek ve her alanda tonajı / adedi hedef alması bu karmaşayı yaratıyor. Bu devasa çarkın içinde yeniyi denemek çok kolay bir karar değilmiş gibi gözüküyor. Oysa hepimiz katma değerli üretim istiyoruz. O zaman bilen insanı , iyi mühendisliği malzeme seçim süreçlerinin en önemli girdisi yapmak zorundayız .Çünkü her şey doğru malzeme seçimi ile başlıyor..
Hayatlarında ilk kez iş hayatına girmiş mühendis kadrosu ve hiç çalışmadığı alanda ilk kez çalışan tekniker teknisyen usta işçilerle nasıl oluyor da yıllardır yapılamayan üretimleri yapıyor ilkleri beceriyorsunuz diye soruyorlar?
Bunun cevabı çok basit, çünkü üretimde , ticarette iş hayatında var olan tüm peşin kabulleri peşin yargıları gündemimize almıyoruz.
Ticarileşmiş yüksek teknoloji alanlarında yıllarca sadece ülkelerin isimlerinin arkasına sığınılarak bile kalite dayatması yapıldı, teknoloji üstünlüğü vurgulandı. Made in şu ülke dediğinde hemen peşin kabulle kalite kabul edildi. Üstünlük kabul edildi . Bir ülkenin kendine has üretim dinamikleri birikimi ve kültürü tabi ki olacaktır. Zaten başarının, toplu zenginleşmenin gücü budur. Bir şeyi ilk defa denerken veya yapılmayanı yapmaya çalışırken bu birikim bu iklim kişiye firmalara çok katkı sağlar. Burada şunu sormak gerekiyor . Gelişmiş ülkelerde tüm başarıları sağlayan bu üniversitelerde en iyi dereceleri alanalar hangi ülkelerden gelen insanlar ? Avrupa sanayisinde Türk ustabaşı ve işçilerin teknolojik üretime katkısı hiç incelendi mi? Üretim esnasında hangi konulara pratik çözümler buldular acaba? Neleri iyileştirdiler? . Hiç araştırıldı mı? Bir gün olsun bu insanlar bulundukları ülkede teknoloji yaratan ve üreten kişiler olarak onure edildi mi? Oysa hepimiz biliyoruz ki onlar da yapanlardandı. Avrupa'da gezdiğim her teknolojik üretim tesisinde en kritik departmanlarda hep ülkemiz insanlarıyla karşılaşmışımdır.
Kısaca insanımız bunu farklı bir coğrafyada başarıyorsa kendi ülkesinde de tabi ki başaracak. Teknoloji dediğimiz şey aynı zamanda bilimse , doğrulanmış datalarsa bu verileri yorumlayacak yeteneklere şans vermek gerekir sadece . Bana göre millîlikte budur. Önemli olan sanayicinin ve kurumların buna inanması. Eksikleri doğru tespit edip problemleri çözme yeteneğine sahip kişileri doğru konumlandırması. Liyakat dediğimiz şey de kurum içinde oluşur. Transferle olmaz. Kurum içinde kendi hikayesini oluşturmuş ve kurum hafızasına sahip olmuş bir kişinin üstüne dışarıdan bir kişi getirilirse o firmanın başarılı olma şansı yoktur.
Sadece sermayenizi artırmak , tesisi kabiliyetlerinizi geliştirmek , onlarca ülkeye ihracat yapmak yetmiyor . en önemlisi o yeni mezunlardan kendi yöneticilerimizi ve kendi kadronuzu yetiştirmek gerekiyor. Bizim yaptığımız budur
Ülkemiz sanayisinde çalıştığı firmanın kültürü içinde yoğrulmuş kişiye biraz mesafeli bakmamın sebebi de sürekli yeni mezunlarla çalışmak istememin sebebi budur. 2002 de firmamızı kurduğumuzda verdiğimiz ilk reklamda Mevlana’nın sözünü esas almış “ “ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım “ diye ilan vermiştik. Türk sanayisinde son yıllarda sadece genç insanlar yeni şeyler söyleyebiliyor. Sırtını bilime dayayan kişinin mutlaka söyleyeceği yeni bir şeyler oluyor. Sanayinin ve üretmenin güzelliği de yeni sözü olanın yarattığı bu devinimden geliyor belki de …
Sıfır sermaye ve sadece mühendislik gücü ile kurulan bir firma olarak sayısız yenilik yarattık. Aslında araştırmacılarla sosyal bilimciler Türk sanayi kültürünün geçmişini araştırırken bence iki konuyu çok iyi incelemeli. Bunlardan birincisi özellikle 1950 lerden sonra rekabetin olmadığı sektörlerde ve tekel üretimlerde fahiş karlar ve bunun bize kaybettirdikleri, ikincisi de özellikle 2000 li yıllarda ortaya çıkan girişimci tanımı. Ülkemizdeki girişimci diye geçinenlerin nerdeyse %70 i çalıştığı bir önceki firmadaki herşeyi izinsiz alarak kopyalayanlardan oluşuyor
Birleşik Metal’in başarısında gerçek bir girişimcilik hikayesi ve makul kar anlayışı vardır. Sermayemiz yoktu ve tek gücümüz sadece bilgiydi. Bilginin sermayeyi yendiği hatta üstünden silindir gibi geçtiği bir dönemdeyiz . Firmalar sürekli gelişmeli , dönüşmeli ve ileriye gitmeli. Çünkü başarı dediğimiz şey stabil ve kalıbı olan bir nesne değildir. Youtube larda üst perdeden ahkam kesem sürekli öğütler veren içi boş kof başarı öyküleri ile dolu. Sayısız ısrarlı teklife rağmen bu tür programlarda olmamanın ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Bu programları izleyen genç insanlar, yanlış ve geçerliliğini yitirmiş yargılarla yanlış yönlendiriliyor. Sahi nedir başarı dediğimiz şey? Zengin olmak mı? sana haksızlık yapmış kişilere karşı bak ben artık şunlara sahibim demek mi?. Yoksa yapılamayanı yapmak , üretilmeyeni üretmek ve daha da önemlisi hiç durmadan yeni dünyalar yaratmak mı?
Dostoyevski "hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık" der. Biz sanayi kültüründe ki firmalar olarak bize yol gösterebilecek bizde şuradan geldik diyebileceğimiz bir model var mı ?.Hepimiz şu sanayi kültüründe yeşerdik diyebileceğimiz bir gerçeklik var mı? Yok. Belki de bilinçli olarak bu etkileşimin dışında durarak üretmeye çalışmak çok akılcı bir yol. Belki de bu etkileşim bizi geriye götürüyor Çünkü kavramları oluşmamış , etik olarak yer yer eksikleri olan bir sektörde etkileşim pek de fayda sağlamıyor .
Sürekli kafa yoran bilimle hareket eden ve akılcı yatırım yapan bir firma Birleşik Metal. . Bundan 3 yıl öncesine kadar metalurjinin en zor malzemeleri olan süperalaşımlar grup firmamız Varzene Metal'de üretildi. Üretilemez denilen malzemelerdi bunlar. Şimdi biz üretiyoruz, üretilebileceğini ispatladık. Başarı ve gerçeklik , evraksal olarak bir kişiden bir kişiye bir firmadan bir firmaya transfer edilebilecek bir şey de değil. Sektörün her zaman bir adaleti var.
Sözün özü firmayı en başarılı kılan şey dönüşebilme, bilgiyi işleyebilme ve kendini her seferinde yaratabilme gücü olduğunu düşünüyorum . Bunu sağladığınız anda sizinle rekabet etmek imkansıza yakın oluyor. Bilimi akılcı kullanmak ise sanayicinin asıl beceresi ve can damarı oluyor. Hem büyük deha Mustafa Kemal Atatürk , bir kez daha bize doğru yolu göstermiş ve “ benim manevi mirasım bilim ve akıldır“ dememiş miydi ? . Bu bile çok şeye cevap veriyor bence..